Kısa Yazılar

Kağıthane’nin Osmanlı tarihine geçecek özellikler kazanması, 18. yüzyılın başında bölgeyi yeniden düzenleme girişimlerinde bulunan III. Ahmed’in saltanat yıllarına denk gelir. Sultan ve saray mensuplarının mesiresi olarak tanınan bölgede, 1720’de Paris’e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Fransa’dan dönerken yanında getirdiği saray ve bahçe planlarından esinle bir dizi köşk, kasır, çağlayan, havuz ve kameriye inşa edilir. 1730’daki Patrona Halil İsyanı sırasında tahrip edilen Kağıthane, III. Selim döneminden itibaren yeniden yapılandırılır.
Sultan Reşad Osmanlı padişahları arasındaki en sakin, en naif şahsiyetlerden biri olarak bilinir. Onun sinirli ve hiddetli hâli ise pek bilinmez. Sultanın mâbeyn bâşkatibi Halit Ziya Uşaklıgil'in "sinirlenince sanki damarlarındaki Yıldırım Bayezid'in, Yavuz Selim'in ateşten kanları tutuştu" dediği padişahın sinirlenmesine sebep olan hadiseyi Uşaklıgil'den dinleyelim: "(..) Bir gün Talât telefon ederek mebuslar arasında Hürriyet ve İtilâf'a mensup muhaliflerden kalabalık bir heyetin, bazı maruzatlarda bulunmak üzere saraya geleceğini haber verdi. O gün bu kalabalık heyet geldi. Hünkar mutaden oturduğu deniz cephesindeki büyük odada ve oradan geçilen küçük odanın kapısı yanındaki koltuğun önünde ayakta idi. Heyet hakikaten, kalabalıktı...
Osmanlı'nın Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde göz kamaştıran bir sıçrayışla dünya gücü konumuna yükselmesinde, II. Bayezid döneminin payı unutulmamalıdır. II. Bâyezid dönemi, deniz gücü yaratılması ve askeri anlamda denizcilik politikası belirlenmesi açısından bir başlangıç noktası sayılabilir. Bu dönemde denizlerdeki başlıca rakip, Akdeniz'deki en kuvvetli deniz gücü olan Venediklilerdi. Venedikliler, Akdeniz'deki deniz çıkarlarını yitirmemek için Osmanlı Devleti'ni yıpratıcı hareketlerde bulunuyordu. Bu nedenle II. Bayezid sorunları kökten çözecek biçimde deniz politikasında değişiklik yapmayı ve yeni kararlar almayı gerekli gördü. Bu kararlar doğrultusunda, kara egemenliğini sürdürmek ve denizlerden gelecek...
Kanuni Sultan Süleyman’ın, Fransızlara verdiği “kapitülasyon” adıyla anılan imtiyazlar, sürekli tartışılan bir konu olmuştur. Hâlbuki o dönem Alman-İspanya imparatoru Şarlken (V. Karl), Avrupa’ya hâkim olmak istiyordu. Bu maksadı, Fransa’yı mağlûb etmesi ile gerçekleşmek üzereydi. Bunu engellemek isteyen Kanuni, V. Karl ile İran Şâhının Osmanlı aleyhinde birlik kurmak istediklerini de tesbit edince, V. Karl'ın rakibi Fransa'yı destekledi ve Fransa ile kapitülasyon olarak bilinen ticari bir muâhede imzalandı. 1569'da yürürlüğe giren imtiyazlarla Fransızlar’ın gümrük vergisi yüzde beşe indirildi. Her iki devlete ait gemilerle serbestçe dolaşması; Fransızların Osmanlı ülkesindeki dâvâlarına Fransız konsoloslarının Fransa kanununa göre...
Evliya Çelebi seyahatlerinin sebebini, 1040 Muharreminin aşure gecesi (19 Ağustos 1630) gördüğü bir rüyaya bağlamaktadır. Buna göre İstanbul’da Yemiş İskelesi civarındaki Ahî Çelebi Camii’nde Hz. Peygamber’i kalabalık bir cemaatle birlikte görür, heyecana kapılıp Resûl-i Ekrem’in elini öperken, "Şefaat yâ Resûlellah" diyecek yerde "Seyahat yâ Resûlellah" der. Hz. Peygamber tebessüm ederek şefaati, seyahati ve ziyareti ona müjdeler; cemaatte bulunan ashabın duasını alır. Sa‘d bin Ebû Vakkas'da (r.a) gördüklerini yazması temennisinde bulunur. Bu rüyayı tabir ettirdiği Kasımpaşa Mevlevîhânesi şeyhi Abdullah Dede’nin, "Sa‘d bin Ebû Vakkas’ın nasihati üzere ibtidâ bizim İstanbul’cağızı tahrir eyle" tavsiyesiyle önce doğduğu ve yaşadığı...
Divân-ı Hümâyun hizmetkârları arasında yer alan çavuşbaşı ile ilgili ilk bilgilere Fatih Kanunnamesi’nde rastlıyoruz. Fatih Kanunnamesi'ne göre Divan'da alınan kararları sadrazamın özel mührü ile tasdik eden çavuşbaşı, Divan çalışmaları sırasında elinde gümüş bir değnek ile ayakta dururdu. Divan-ı Hümayun'da reis'ül-küttaba yardımcılık yapmak, divan toplantılarının kanunlara uygun şekilde aksatılmadan yürütülmesini sağlamak, divan üyelerine sunulan yemeklere gözcülük etmek, yabancı devlet elçilerinin karşılayarak divana getirmek, ardından uğurlamak başlıca vazifelerindendi. Yüksek rütbeli devlet adamlarından haklarında tutuklanmaları ve hapsedilmeleri veya sürgün edilmeleri gibi hususlarda verilen emirlerin yerine getirilmesinde...
Yavuz Sultan Selim olacak Şehzade Selimşah'ın babası II. Bayezid ile 3 Ağustos 1511'de Çorlu, Uğraşdere'de yaptığı ve gerek 24 yıllık ve gerekse 8 yıllık saltanatında kaybettiği tek savaş. Celalzade Mustafa Çelebi, Yavuz Sultan Selim hayranlığı ile yazdığı Selimname'de: "Haşa ve kella" diyerek bunun "iftira ve töhmet" olduğunu yazsa da, daha başka dönem kaynaklarından bugün büyük bir savaş olduğu ve Şehzade Selimşah'ın ölümden dönerek ağır kayıp vererek yenildiği ve son anda atı Karaduman'a binerek yeniden Kefe'ye geçtiği görülmektedir. Şehzade Selimşah, bir daha geri dönmemek üzere kapı halkından yanına aldığı 300 Trabzonlu ile Kefe'ye geçmiş, Mengi Giray ile görüşüp desteğini almış Mengli Giray'ın oğlu Saadet Giray ile bin Tatar...
IV. Murad, tam bir at meraklısı ve usta bir binici idi. Hareket halinde iken bir attan diğer bir ata ayağı yere değmeden binebiliyordu. 300 kadar atı vardı. Cenazesinde atlarının kısmının eski Türk adetince eyerleri ters çevrildi ve cenazenin önünde yürütüldü. Atlarından bazılarının isimleri, Rahişye, Evren, Saçlı, Doru, Mercan, Celalî, Guzî, Edhem, Hüma, Kapuağası Dorusu, Aslan Dorusu, Cebeli Doru, Kayfışoğlu Dorusu, Ağa Alacası, Şam Alacası, Aşkarı Behram, Dağlar Delisi, Sürahi-i Serefraz, Dilnevaz. Kaynak: Kasım Bolat
IV.Murad ile II. Mahmud'un ortak özelliği, ikisinin de tahta cülus ettikleri zaman iki tane kılıç kuşanmış olmalarıdır. IV. Murad, sağ tarafına Hz. Peygamber'in ve sol tarafına Yavuz Sultan Selim'in kılıcını, II. Mahmud da sağ tarafa Hz.Peygamber sol tarafa Osman Gazi kılıcıdır.
Üst Alt